Ekonomi Notları – 73
Ömer Madra: Bir hafta aradan sonra hoş geldin. Uluslararası bir toplantı vardı, belki onunla ilgili izlenimlerini ve orada dile getirilen görüşleri bize anlatabilirsen çok mutlu olcağız.
Hasan Ersel: Bu, dünya ölüçüsünde özel bankaların baş iktisatçılarının bir araya gelip dünya ekonomisi üzerinde tartıştıkları gayri resmi bir toplantı. Yani burada insanlar banka kimliklerinden soyunup bir iktisatçı olarak rahat rahat konuşuyor, tartışıyorlar.
ÖM: Konu neydi?
HE: Dünya ekonomisinde ne tür gelişmeler oluyor? Amerika Birleşik Devletlerinde, Latin Amerika’da, Güneydoğu Asya’da ne oluyor? Tabiatıyla, Türkiye’de neler oluyor? Çünkü dünyayı karıştıranlar arasında biz de varız. Bu toplantı yılda iki kere yapılır ve çok güzel tartışmalar olur. Herkes yoğun bir şekilde katılır. Çok öğretici oluyor. Ben bu toplantıdan bir iki temayı seçip konuşmak istiyorum.
Bunlardan ilki genel bir konu: Dünya bankacılık sistemi giderek bir olayın arkasında yatan ülkeye özgü nedenleri daha iyi anlamaya başladı. Bunun sonucu olarak da bir süre önce büyük önem taşıyan “bulaşma etkisi” (contagion effect) giderek önemini kaybetmeye başladı. Buna dikkati çekmek istiyorum, bu yeni bir olay. Sözgelimi, eskiden Brezilya’da bir olumsuz gelişme olunca bu Türkiye’yi vuruyor ya da Türkiye’de bir şey olunca Brezilya’yı vuruyordu. Şimdi bankacılar biraz daha olayı anlamaya gayret ettikleri ve elde daha çok çalışma biriktiği için Brezilya’da bir olay olduğunda, olursa bu örneğin ülkenin Arjantin’le benzer özelliklerden dolayı mı oldu, yoksa Brezilya’ya özgü nedenlerle mi oldu ayrımını yapabiliyor. Bu olumlu bir nokta; çünkü geçmişte beklenmedik şoklara uğradık. Hatırlayacaksınız Güneydoğu Asya’da bir olay oldu, Rusya’da bir olay oldu, hemen “Türkiye’de de olur herhalde” dendi. Ya da Türkiye’de bir şey olunca Ukrayna’yı da vurur dendi. Bu tür etkilerin azalması yeni ve olumlu bir gelişme.
İkinci üzerinde durmak isteğim konu, dünyayı en çok etkileyen ülke olan Amerika Birleşik Devletleri'nde ne olup bittiği. ABD’den gelen haberler epeyce olumlu. Örneğin 2003 yılında kazançlar % 18 civarında artmış durumda ve gelecek yılda da % 15 dolayında artış bekleniyor. Bu da çok önemli bir toparlanma anlamına geliyor. İkincisi; şu ana kadar “acaba olacak mı, olmayacak mı?” diye bir kaygı olan sermaye harcamaları, yani yatırım harcamaları artmaya başlamış gözüküyor. Bu arada istihdamda olumlu sinyaller geliyor. Orada da bir artış ümidi var, hatta iyimser senaryolar bunun kalıcı olacağını da gösteriyor. Bildiğiniz gibi 3. çeyrekte Amerikan ekonomisi % 7 gibi çok büyük bir hızla yürüdü. Bu büyüme içerisinde ilginç olan bir nokta da bizim aksimize orada stoklar düşüyor. Yani firmalar belki iç talepteki veya toplam talepteki büyümeye hazırlıksız yakalandılar, üretimi daha da fazla artırmaları gerekirken artırmadılar, bunun sonucunda stokları düştü. Gelecek yıl için vergi paketinden gelen önemli bir etki var. Gelecek yılın ilk çeyreğinde 50-60 milyar dolar civarında vergi iadesi söz konusu olacak ABD’de. Bu da ekonomiye canlılık verecek olumlu bir katkı olarak görülebiliyor. Enflasyondan da bir korku yok.
ÖM: Oldukça iyi görünüyor yani?
"10 yılda 13 bin dolar gelir düzeyi yarattı"
HE: Evet. Çok uzun vadeye baktığımız zaman ABD’de sorun olabilir, onu daha önce söylemiştik. Fakat yakın döneme bakınca Amerikan ekonomisi şu noktada iyi gözüküyor.
Şimdi Çin’e geçmek istiyorum. Çin olayı çok ilginç, belki 21. yüzyılın başındaki en önemli ve devrim yaratan bir olay... Niçin? Çünkü Çin çok hızla gelişiyor ve bu hızlı gelişimin bazı görüntüleri var. Bir tanesi; bugün Çin’in güneydoğu sahillerinde adam başına geliri 13.290 dolar olan bir bölge var... "Bölge" diyorum ama nüfusu 60 milyon! Yani Fransa büyüklüğünde ve Portekiz’in adam başına gelirine sahip bir ülke var orada. 10 yıl içinde buna benzer gelir düzeyinde ama Almanya büyüklüğünde bir yer daha eklenecek. Yani orta-orta üstü gelir düzeyinde ülkecik yaratan bir dünya oldu Çin. Bu ne demek?
ÖM: Tabii, onun çok önemli anlamları olsa gerek.
HE: 13-14 bin dolar gelir düzeyindeki bir ülkenin tabii ki ithalat talebi olur. Dolayısıyla dünya pazarına sadece satıcı olarak değil alıcı olarak giren büyük bir kitle ortaya çıkıyor. Yani 14 bin dolar düzeyinde 60 milyon kişinin yaşadığı bir ülkede uçakla seyahat edilir, uçağa ihtiyaç vardır, kamyona ihtiyaç vardır, otomobile ihtiyaç vardır, vs. Bu son derece önemli bir şey ve bu çok hızlı oluyor. Dikkatinizi çekerim. Sözünü ettiğim “ülkelerden” ilki 10-15 yıllık bir süre içerisinde yaratıldı. 10 yıl içerisinde bir başka "ülke" yaratılmış olacak bu gelir düzeyinde.
Öte yandan özellikle ABD’de Çin’e karşı da epeyce bir kızgınlık var....
ÖM: Neden?
HE: Diyorlar ki “Bu Çinliler paralarının değerini mahsus düşük tutuyorlar ve bu yüzden bize bir yığın mal satıyorlar, bu da Amerika’da istihdamın artmasını engelliyor, hatta düşmesine yol açıyor.” Bu konu ciddi bir şekilde tartışıldı, bu görüşte olan bir araştırmacı bey vardı, bir de ters görüşte bir araştırmacı. Her ikisi de ABD'li idi. Onlar sunum yaptılar. Aklımda kalan birkaç nokta üzerinde durayım. Bir kere Çin’in ticaret fazlası böyle dehşet bir rakam değil, milli gelirinin % 3’ü gibi ki olabiliyor. Ama daha ilginç olan tarafı, Çin’in ticaret fazlası verdiği tek ülke Amerika. Diğer ülkelerle ticaret açığı var. Yani olayda bir acayiplik var.
ÖM: Nasıl oluyor bu?
HE: [Çin’in açık verdiği bir ülke daha var. O da Hong Kong.. Ama onu saymayalım, o Çin’in özel ilişkisi olan bir bir özel bölge]
Mesele şu; Amerikan firmaları bazı şeyleri çok daha ucuza yaptırabildikleri için Çin’de yaptırıp ABD’ye getiriyor.
ÖM: Amerikan bayrakları da dahil mi buna?
HE: Evet. Buna karşılık Çin diğer ülkelerden gereksinimi olan diğer malları (makina vs.) alıp karşılığında başka mallar satıyor. Bu ülkelerle Çin’in ticari ilişkisinde öyle büyük fazlalar filan söz konusu değil, hatta ticaret açığı var Çin’in. Dolayısıyla ABD ile olan özel durumu genelleştirmek pek doğru bir yaklaşım değil.
Yalnız Çin’in parasını düşük tuttuğu doğru... O konuda tartışılacak bir şey yok. "Ama bu Çin’e özgü acayip bir durum mu? Tek Çin mi yapıyor bu olayı?" diye sorduğunuz zaman pek öyle çıkmıyor.
Mustafa Arslantunalı: Japonya da yapmıyor muydu?
HE: Japonya da yapıyordu. Polonya da yapıyor, Singapur da yapıyor, hepsi yapıyor. İddia edilen şey, bu satınalma gücünden (purchasing power parity) hesap yaptığınız zaman Çin’in parasının değeri iki kat olması gerekli deniyor. Ama, hiç kimse de satınalma gücü üzerinden parasını ayarlamıyor tabii. Gerçek durumda nasıl ayarlandığına bakınca Çin’in ki galiba –tabii hesaplar birinden ötekine değişebilir, kabaca söylüyorum, orada söylenen rakamı tekrar ediyorum- % 50 dolayında düşük tutuluyor. Ama bu rakam zaten Polonya’da % 40... Çin’inki olsa olsa birazcık yüksek. Yani dramatize edilecek bir sorun değil.
Ama bir başka sorun daha var. Varsayalım ki Çin’e çok kızdık (diyelim ki Amerika kızdı), “bu paranın değerini arttır” dendi. Çin bunu yaptığı takdirde ortaya çıkacak yeni dengesizliklerin nasıl altından kalkılabileceği de bilinmiyor. Çin peki bu parasının değerini nasıl düşük tutuyor? Ya da doları nasıl değerli tutuyor? Asıl soru bu. Çin’in dolar rezervleri 383 milyar dolar ve önümüzdeki bu dönem içerisinde de 100 milyar dolar daha ekleneceği tahmin ediliyor! Yani Çin piyasaya giriyor ABD doları alıyor ve bunun değerinin düşmesini böylelikle engelliyor. Bu çok önemli bir olay, bunu nasıl yapıyor? ABD devlet tahvillerini alıyor, yani ABD’nin açığını finanse ediyor. Yani “bundan vazgeç” dediğiniz zaman ABD’nin açığını finanse ettireceği bir başka ülke bulması lazım. Dolayısıyla o kadar kolay değil Çin’e “böyle yap” demek. Ayrıca Çin’in niye parasının değerini yükseltmediğinegelelim... Bunu kötü niyetli olduğu için mi yapmıyor? Hayır.
ÖM: Parasının değerini niye yükseltmiyor?
HE: Burada sorun şu: Çin'in bankacılık sisteminde çok ciddi sorunları var, orayı bir çekidüzene koymadan böyle bir para operasyonuna girdiği takdirde büyük bir krize yuvarlanmaktan korkuyor. Bunu inceleyen uzmanlar da Çin’in bunda haklı olduğunu söylüyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Çin’in parasının değerini yükseltmesinden doğabilecek, dünyayı karıştırabilecek bir etki olmayacağı görüşüne vardı o toplantıya katılanlar.
"TL’nin şiddetle değer kaybetmesi işleri bozabilir"
ÖM: Bu tabii siyasi uzantıları bakımından da son derece önemli.
HE: Tabii, mesela Kuzey Kore meselesinde ABD Çin’i yanında, ya da hiç olmazsa bazı konularda destekler tutabilmek için de Çin’in üzerine gitmeyecektir. Ben konuya tümüyle iktisadi açıdan yaklaştım ama siyasal dengeler açısından da Çin’i çok rahatsız etmenin ABD açısından da pek anlamlı olmayacağını düşünmek mümkün. Nitekim Amerikan resmi açıklamaları da böyle bulanık bir havada gidiyor.
Bir de Türkiye ile ilgili bir şey söylemek istiyorum; IMF’nın Avrupa direktörü Willy Kiekens konuştu Türkiye ile ilgili, bu 6. değerlendirme raporu üzerine bir sunumu vardı. Olumlu bir tablo çizdi, hatta çok olumlu... Aslında abartılmış da değildi. Bu olumlu havanın hangi koşullar olacağını da belirtti. Ama “bu koşulların sağlanmaya devam edeceğini tahmin ediyorum” dedi. Orada salonda çok olumlu bir izlenim bıraktı...
Özünde söylediği de şuydu: “Türkiye döviz kurunun bu seyrinden pek zarar görmez, bu işleri rahatlıkla yapabilir... Türkiye’de işi bozabilecek olan, bir şok nedeniyle kurun ters yöne hareket etmesi, yani TL’nin şiddetle değer kaybetmesidir.” Ancak sistemin işleyişinin böyle bir şoka yol açabileceğini söylemedi. Tamamen dışsal nedenle bir şok olmasından söz etti. “O takdirde borç yükü sorunları çok ciddi olur” dedi. Onun dışında da hükümetin bu programı götürmek konusundaki kararlılığına da çok daha güvendiklerini söyledi.
ÖM: ABD ekonomisi ile ilgili olarak da ileride tekrar konuşma fırsatı bulabiliriz. Mesela Paul Krugman çok ciddi, hatta orta vadede inandırıcılığını kaybetmesi tehlikesinin olduğunu, bunun da bir çeşit iflasa doğru da gidebileceğinin belirtileri olduğunu söylüyor son söyleşinde, yeni bir kitap yayınladı, o vesile ile. Onlar üzerinde de tekrar durma fırsatı buluruz herhalde?
HE: Umarım.
(13 Kasım 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)